Oysa Putin, 18 Aralık 2014 günü Moskova'da düzenlediği basın toplantısında “Sayın Erdoğan çok sağlam bir adam" diyebilmenin özgüveni ile Batı'ya meydan okuyordu. Aynı Rusya Batı'ya karşı enerji kartı olarak gördüğü Türkiye'ye zorbalık yapmak istiyor şimdi. Yaptırım üzerine yaptırım uygulamak, sindirmek hatta özür diletmek istiyor ya da hayal ediyor. Bir güç gösterisi daha yapmak istiyor Türkiye üzerinden. Ama Rusya için herhangi bir ülke değiliz. Bunu en iyi de Putin'in bilmesi gerekir. Zira Rusya'nın kanlı tarihindeki birçok mezalimin birinci dereceden muhatabı ve bedel ödeyicisi Türkiye olmuştur.
Nasıl mı? 1915 olayları üzerinden Ermeni meselesini Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmaktan hiç çekinmeyen Rusya'nın uzak ve yakın geçmişinden bugünlere uzanan o çok büyük acıların ilk elden şahidiyiz biz.
Rusya, bugün 100 yıl önce yaşanan olaylar üzerinden Türkiye'ye yeniden baskı kurmaya çalışırken, 150 yıl önce topraklarımıza sığınan Çerkeslerin acılarına kahrolan bizlerdik.
21 Mayıs 1864…
Rusya ile girdikleri savaşlar aleyhlerinde sonuçlanan Çerkesler, Kafkasya'dan Osmanlı topraklarına sürüldüler bu tarihte. Yurtlarından edilen Müslüman halk deniz yoluyla Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indirildi. Hem Kafkasya hem de Osmanlı kıyılarında bu varış noktalarının neredeyse tümünde çok sayıda toplu mezarın olduğu kayıtlara geçerken, sürgüne gönderilen Çerkeslerin 1,5 milyon civarında olduğu da belirtilmekte.
İnsanlık tarihinin en acı olaylarından biri olan bu sürgün için kaynaklar şöyle diyor: Limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine balık gibi istif edilerek, Osmanlı topraklarına dökülen insanların yüzde 30'u henüz sürgün yolculuğu tamamlanmadan vefat etmişti. Yolda ve devamındaki süreçte sürgün edilen 1,5 milyon insanın 500 bini sonsuz bir yolculuğa gönderildi. Yani koskoca bir ırk, üçte birini bu sürgünde kaybetmişti..
Bugün topraklarımızda bu milletin bir parçası olarak yaşayan Çerkes halkının yaşlılarının asla balık yemedikleri söylenir. Çıktıları sürgün yolunda karayı göremeyen soydaşlarını balıklara yem etmişlerdir çünkü.
Kafkasya'dakinden çok Kafkasyalının yaşadığı Türkiye, Rusya'nın başka bir soykırımından kaçanlara da ev sahipliği yapmıştı yakın geçmişte. Çünkü Rusya kana doymamıştı. Sovyetler Birliği olarak döktüğü son kanı 1979'da işgal ettiği Afganistan'da tam 9 yıl boyunca bomba yağdırıp 1,5 milyon sivili katlederek döken Rusya, Federasyon olarak adlandırıldığı dönemde ise Çeçenistan'ı kana boğmuştu bu kez. Yıl 1994'tü ve Türkiye'nin, Srebrenitsa ile birlikte birebir şahit olduğu, an be an yaşadığı bir soykırım girişimiydi bu.
1991'de bağımsızlıklarını ilan eden Çeçen halkı ölümden de öteye vahşetler yaşadı bu süreç boyunca. 200 binden fazla masum sivili öldürmüştü Ruslar. 500 bin insan da göç etmek zorunda kalmıştı. Kafkas toprakları bir asır sonra hem soykırımı hem de ölümden kaçışı yeniden yaşıyordu. Sivilleri acımasızca katleden Rusya, Çeçen savaşçılar karşısında diz çökmek zorunda kalmıştı. 1996'da oturduğu masadan Çeçenistan'ın bağımsızlığını tanıyarak kalktı. Fakat 3 yıl sonra anlaşmayı ihlal edip toparlanan ordusu ile yeniden girdiği Çeçenistan'da daha büyük bir kıyım yaptı. Hastaneleri, doğumevlerini, pazarları, yerleşim yerlerini ve mülteci konvoylarını vurdu.
Bugün Esed'in kendi ülkesinde yaptığı gibi, Rusya da Kafkasya'da kimyasal silah kullandı. Rus askerlerin en yaygın işkencesi, evleri yaşayanları ile birlikte ateşe vermekti. Kurulduğu günden beri dünyadaki tüm soykırım girişimlerini izlemekle yetinen Birleşmiş Milletler, Rusya'nın Çeçen katliamını da sonuna kadar seyredip bilançolar açıkladı sadece. BM'ye göre Rusya'nın ikinci Çeçenistan işgalinde yaklaşık 500 bin Çeçen mülteci konumuna düştü.
Biliyorum rakamlar uçuşuyor yazıda. Duyguları, insanlığı, vahşetleri anlatmaya yetmiyorlar üstelik. Fakat Rusya'nın Çerkes haklarına uyguladığı soykırımda tek sığınak olan Türkiye, yine çok derinden hissetmişti yüz yıl sonra Çeçen halkına yapılanları. Üstelik 1999 yılında her alanda şimdiki Türkiye'den çok daha güçsüz olduğumuz halde yine adres bizdik ve bir halkın acısına ortak olmuştuk millet olarak.
Sınırlarının ötesiyle soğuk savaşa girişen Rusya, o günkü Türkiye'ye Çeçenlere kapılarını açıp sahip çıktığı için büyük bedeller ödetti. Ajanlarını topraklarımıza sokup çok sayıda suikast düzenledi. Ağzımızı açtığımız zaman da 1915'i sürdü önümüze. Ama canlarını kurtarabilmek için yollara düşüp gelen Çeçenlerin adeta sığınağı olan Türkiye, teslim etmemişti misafirlerini, Türk halkı onları çoktan sahiplenmişti.
Günümüze gelirsek ya da vurduğumuz uçaktan önceye..
2011'de Suriye'de başlayan iç savaşın soykırım girişimine dönüşmesinin birinci dereceden sorumlusunun Rusya olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek artık. BM'nin Suriye konusunda aldığı tüm kararları veto ederek uluslararası sistemi felç eden Rusya, kendi halkına varil bombaları ve kimyasal silahlarla ölüm yağdıran Esed'in 5 yılda gittiği tek ülke oldu aynı zamanda. Şu zamana kadar 400 bine yakın masum insanı öldüren bir zalimi kanatları altına aldı Putin. Esed kaybetme sürecine girince de sadece silah vermekle kalmayıp daha güçlü bir şekilde, hiç çekinmeden sahaya çıktı. Dünya, uçağının düşürülmesini tartışırken Rusya sınırlarımızın az ilerisinde tıpkı Çeçenistan'da olduğu gibi evleri, pazaryerlerini ve ekmek fırınlarını bombalıyordu. Bu durum siz bu satırları okurken de sürüyor olacak ne yazık ki. IŞİD bahanesi ile Bayır-Bucak'ı Türkmenlere mezar yapmak isteyen Rusya, Türkiye'ye 35 yıldır kan kusturan PKK'ya da operasyonları marifetiyle alan açıyor şu günlerde.
Bu durumda, yine Rusya destekli bir soykırım girişiminin tek kaçış noktası Türkiye oluyor. Yük yine Türkiye'ye biniyor ve tarih tekerrür ediyor. Zira 5 yıldır Suriye'de yaşananların ağır bedelini, kapılarını ölümden, soykırımdan, sürgünden kaçanlara açan Türkiye ödüyor.
Bu güne dek birçok kez tüm dünyanın gözü önünde Müslüman halkların topraklarını kana bulayan Rusya'nın o kanlı elini her şeye rağmen sıkmak durumunda kaldık bu süreç boyunca. Ama bu kriz sonrasında belki de tarihi bir fırsat yakaladığımızı düşünebilecek gücü kendimizde hissedebiliriz. İlişkilerimizi artık insani gerekçelerin gerektirdiği şekilde düzenleyebiliriz. Tabii Sarıkamış'ta donarak şehit düşen doksan bin dedenin torunları, Rusya'nın kesmekle tehdit ettiği doğalgazın derdine düşmezse...
Ersin Çelik
1982 Kocaeli Yuvacık doğumlu. Aslen Erzurumlu. 2002 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Gazeteciliğe 2005 yılında Gerçek Hayat dergisinde başladı. Burada iki yıl süreyle stajyer, muhabirlik ve editörlük yaptıktan sonra 8sutun.com sitesi ile internet gazeteciliğine geçiş yaptı. 2007 yılında Haber7.