Çerkesleri unutulmanın pençesinden kurtarıp tanıtmak hepimizin görevi

Almanya Federal Meclisi ve Avrupa Parlamentosu’nda uzun süre vekillik yapan, 2008-2018 arasında Yeşiller Partisi’nin eşbaşkanlığını yürüten, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin kurucularından olan ve 2017’den beri Almanya Parlamentosu’nda milletvekilliğini sürdüren Cem Özdemir, Alman siyasetinin önde gelen isimlerinden biri.

1994’te Almanya Parlamentosu’na seçildi ve parlamentoda Türk olarak bilinen ilk üye oldu. 1994-2002 yılları arasında iki dönem sürdürdüğü görevinde Yeşiller Meclis Grubu’nun iç politika sözcülüğünü yaptı. 2004-2009 yıllarında Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu/Hür Avrupa İttifakı üyesi olan Özdemir, Yeşiller için Dış İlişkiler Komisyonu sözcülüğünü de üstlendi.

Almanya Birlik 90/Yeşiller partisinin eşbaşkanlığını yaptığı dönemde ‘Green New Deal’ da dahil olmak üzere ekolojik ve ekonomik sorunlara odaklanırken eğitim reformları ve göç konuları üzerinde durdu. Özdemir, Ermeni soykırımı tasarısının Federal Meclis gündemine alınmasına öncülük eden isimlerden biriydi. Çalışmalarından dolayı Raoul Wallenberg, Dolf Sternberger ve Ignatz Bubiz ödüllerine layık görüldü. Azınlık hakları için verdiği mücadeleler devam ediyor.

Cem Özdemir ile Avrupa’da Çerkes diasporası, örgütlülük ve dil haklarının yanı sıra Almanya’da azınlık politikaları, kültürel soykırım riski, ekolojik kriz ve Yeşiller’in bu sorunlara olası çözüm önerilerini konuştuk.

-Almanya Parlamentosu’nda Yeşiller Partisi’nden bir milletvekili olarak, daha çok siyasi kimliğinizle tanınıyorsunuz. Türk olarak hatırlanmanız bir kenara, gerçek etnik kimliğiniz nadiren gündeme geliyor. Bize biraz Çerkes tarafınızdan bahseder misiniz?

-Babam Türkiye Çerkeslerinden. Türkiye ve Almanya arasında imzalanmış olan İşgücü Anlaşması ile birlikte 1961 yılından itibaren Türkiye’den Almanya’ya gelenlerin arasında elbette Çerkesler de yer almışlar. 1963 yılında bu şekilde babam da Almanya’ya gelmiş ve burada annemle tanışmış. Maalesef uzun bir süre babamın etrafında kendi anadilini konuşabileceği kimse olmadı. Sadece tatillerde köyüne gittiğimiz zaman Çerkesçe konuşabiliyordu. Ancak daha sonraları siyasi çalışmalarım ve birlikte ziyaret ettiğimiz Çerkes dernekleri ile kurduğum bağlantılarım sayesinde kendi dilinde sohbet edebileceği kişilerle bir araya gelebildi.

“Arabayla sınırdan geçerken Çerkesçe müziğin sesini kısmaya anlam veremezdim”


-Ailenizde Çerkes kültürü yaşatılır mıydı?

-Almanya’da doğup büyüdüğüm kasabada maalesef Çerkesçe konuşabileceğimiz ya da Çerkes kültürünü yaşayabileceğimiz kimse yoktu. Bu kültüre ait ne varsa, sadece babamın köyünde geçirdiğimiz tatillerde duyduğum büyük bir merakla Çerkesler hakkında mümkün olduğu kadar çok şeyi kavramaya çalışmamla sınırlı kaldı. Türkiye’ye arabayla yaptığımız seyahatlerde sınırdan giriş yaparken neden Çerkes müziği çalmamamız gerektiğine bir türlü anlam veremiyordum. Ancak daha sonraları Çerkeslerin de aynı Türkiye’deki diğer tüm azınlıklarda olduğu gibi folklorik bir meseleye indirgendiğini anladım.

Okula giderken Türk Konsolosluğu tarafından organize edilen ve haftada iki defa öğleden sonraları gittiğimiz bir Türkçe dersi vardı. Derste bir ara ‘Çerkes Ethem’ diye anılan ve hain olduğu iddia edilen birinin ismini duydum. Sonraları sadece olumsuzluklar söz konusu olduğunda azınlıkların konuşulduğunu ve hatırlandığını anladım. Onların katılımı olmadan hiçbir zaman başarılı olamayacak Kurtuluş Savaşı’ndaki Çerkesler de Türktü. Sadece Ethem, Atatürk ile yolları ayrılınca Çerkes oldu.

-Çerkes kimliği ve kültürü ile ilgili biri misiniz?

-Avrupa Parlamentosu’nda bulunduğum dönemde Avrupa Çerkesler Birliği ile her yıl çok başarılı geçen bir ‘Çerkes Günü’ düzenliyorduk. Bu sayede sadece birçok Avrupa ülkesinden Çerkesleri bir araya getirmekle kalmıyor, özellikle Avrupa Parlamentosu’ndaki meslektaşlarımı gerek Çerkesler gerekse onların sorunları ve kaygıları hakkında da bilgilendiriyorduk. Yeşiller Partisi’nin bir milletvekili olarak tabii ki her zaman Adigey Cumhuriyeti’nde tehdit altındaki doğanın kurtarılmasına ilişkin yoğun çabalarım oldu.

Bu bağlamda, sonraları ülkenin başkenti Maykop’ta bir büro da açan ve Almanya içerisinde faaliyet gösteren Doğa Koruma Birliği (Naturschutzbund) ile çok yakın işbirliği içerisinde oldum. Nitekim İsrail ve Ürdün’e gerçekleştirdiğim seyahatlerde, o bölgelerde yaşayan Çerkeslerle irtibata geçerek çeşitli ziyaretler gerçekleştirdim. İsrail’de iken bilhassa Kfar Kama köyünden çok etkilendim. Çerkeslerin bu bölgede dillerini korumalarını sağlamak ve kendi kültürlerinin devamına yönelik iki Çerkes köyünde Çerkesçe ders verilmesine imkân tanınmasına tanıklık ettim. Almanya’da da birçok Çerkes derneğini ziyaret ederek etkinliklerine katıldım. Keşke Çerkes danslarını da becerebilseydim. Ama kim bilir belki o da olur günün birinde.

-İnsan hakları ve evrensel değerler için mücadele ediyorsunuz. Peki, Çerkes olmanın bu mücadelede yeri ve etkisi var mıydı?

-Biraz önce bahsettiğim meselelerin dışında, Çerkesler ve yerlerinden edilme, çekilen acılar ve asimilasyon politikaları ile örülü Çerkes tarihinin, Alman toplumunda da daha fazla bilinmesi ve duyulmasına yönelik yoğun bir gayret gösteriyorum. Örneklemek gerekirse, Hamburg Etnografya Müzesi’nin muhteşem müdürü sayesinde, müze içerisinde Çerkesler hakkında büyük bir sergi düzenlemeyi başardık. Maalesef günümüzde, Moskova ve Ankara hükümetlerinin ‘Çerkesler’ ile kurduğu ilişkilerde, Çerkesleri giderek daha fazla gündelik siyasetin içerisinde kullanmak istemeleri, bu alanda etkin hareket etmeyi zorlaştırıyor. Nitekim Çerkes toplumu her geçen gün artarak Putin ile Erdoğan’ın radikal politikalarının içerisine çekiliyor.

Her makul insan, Putin’in Kafkas halklarına; ancak Abhazya kartını Gürcistan’a karşı kullanabildiği, Gürcistan’ın da Kuzey Kafkaslarda Çerkes halklarının ve diğer halkların kaderine bunu Moskova’nın olası tehdidine karşı, Moskova’ya karşı kullanabildiği sürece ilgi duyduğunu bilir – ki ben bu duruma çok üzülüyorum. Erdoğan bir bakmışsınız azınlık hakları için mücadele ediyor gibi görünür, bir bakmışsınız –ki son dönemde olduğu gibi– aşırı Türk milliyetçiliğini kendine kurtuluş yolu olarak seçer hale gelir. Hal böyle olunca, Çerkeslerin içinde bulundukları bölgelerde bağımsız bir duruş sergilemeleri çok zor.

“Babama verdiğim sözü tuttum ve Adigey’e gittim”


-Kafkasya’ya gitme şansınız oldu mu?

-Babama bir söz vermiştim ve ne mutlu bana ki bu sözümü tuttum. Bir kez de olsa, babam ve Almanya Doğa Koruma Birliği’nden arkadaşlarla birlikte Adigey Cumhuriyeti’ne gidebildim. Nasıl desem? Hayatım boyunca unutamayacağım bir gezi oldu. Provalarını izlememin mümkün olduğu Nalmes Dans Topluluğu dansçıları mı dersiniz veyahut dağlarına ve ormanlarına düzenlediğimiz geziler mi… Bu eşsiz güzellikler, maalesef günümüz Rusya’sındaki para hırsının ve mafya benzeri yapıların yoğun tehdidi altında.

-Çerkeslerin anavatana yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Tüm dünya Çerkesleri için her yıl 21 Mayıs, 1864 yılında yaşanan soykırım ve sürgünün hazin hatırasının anıldığı; ilk vatanları Kafkaslarda Ruslara karşı uğradıkları yenilgiden sonra yaşanan tüm acıların başlangıç tarihidir. Bu gün aynı zamanda, yaşanmış tüm olaylara ve tüm zor şartlara rağmen kültür ve tarih miraslarını günümüze kadar korumayı başarmış olduklarını hatırlatan da bir gündür. Çerkesler kendilerine koruma sağlayan, kendilerini kabul eden ve yeni vatan saydıkları tüm ülkelerin birer sadık vatandaşı olmuş ama hiçbir şekilde kökenlerini ve kültürlerini unutmamışlardır. Bu her daim beni çok etkilemiştir.

Avrupa’daki Çerkes diasporası

-Avrupa’daki Çerkes diasporası ve örgütlülüğü ile ilgili neler söylenebilir?

-Almanya’daki Çerkes toplumunun 10.000 kişiden fazla olduğu biliniyor. İlk dernekleri 1968 yılında kurulmuş. Bugün Wuppertal, Köln, Münih, Nürnberg, Hamburg ve elbette benim seçim bölgem olan Stuttgart, Çerkes derneklerinin bulunduğu kentlerden bazıları. Almanya’da hâkim olan demokrasi ve çeşitlilik, çoğu Çerkesin özellikle kendilerini kamusal alanda azınlık olarak algılamalarının ve kültürlerini yaşamalarının yolunu açtı. Bu sayede Kuzey Kafkas kültür dernekleri ya da Çerkes derneklerinin sayısı Almanya’da giderek artıyor.

Kültürlerini ve dillerini sadece kendi çocuklarına değil, aynı zamanda yeni vatanlarına da aktarmak istiyorlar. Çerkesler Almanya’da da sadece etkileyici halk dansları ile değil, bunun ötesinde sürekli tehdit altında olan ve ancak destek sunularak ve kökenlerinin bulunduğu Kafkaslardaki vatanlarına olan bağları kopartılmayarak hayatta kalabilecek köklü bir kültür olarak algılanmak istiyorlar.

Çerkeslere olan bağlarım konuşuldukça ve bilinen bir mesele haline geldikçe, gerek çevremde gerekse kamusal alanda Çerkes kökenlerini hatırlayan ve buna sahip çıkmaya başlayan birçok dostum ve tanıdığım ile karşılaşıyorum. Aralarında örneğin bilinen isimlerden, Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeni Shermin Langhoff da var.

-Alman hükümetinin azınlıklara yönelik politikaları (dil, kimlik, örgütlenme) ne yönde?

-Almanya artık kendisini bir göç ülkesi olarak tanımlıyor ve liberal vatandaşlık yasalarına sahip. Liberal demokrasimizde aslında her kesim nasıl isterse öyle örgütlenebilir. Çerkesler ve Çerkes örgütlenmeleri açısından burada söz konusu olan Türkiye’de olduğunun aksine yasaklar ya da uğradıkları baskılar değil. Kültürlerini korumak ve yaşatmak adına aileleri ve işleri dışında bulabildikleri boş zamanlarda gönüllü faaliyet gösteren Çerkeslere destek verebilecek yapıların yetersiz olması esas mesele.

Almanya’da hangi dine mensup olursa olsun herkes kendi ibadet yerini açabilir yahut herhangi bir dine mensup olmadan da rahatça yaşayabilir. Aynı şekilde her dil özgürce konuşulabilir ve öğretilebilir. Eğer bir dil devlet okullarında öğretilmiyorsa dileyen herkes anayasamız ve yasalarımız temelinde bir özel okul açabilir. Bu çerçevede yaşanan sorunlar yasaların yetersizliğinden ziyade, kaynak yetersizliği temelli. Gönüllü faaliyetler bildiğiniz üzere çok zaman, enerji ve para gerektiriyor. Bu bahsedilenler ise maalesef sınırsız değil, ancak belli ölçülerde mümkün.

Fanatizm ve ırkçılık, maalesef artık bizim parlamentolarımızda da yerini aldı. Aşırı milliyetçi AfD, Almanya Federal Meclisi Bundestag’a girdi ve her geçen gün ülkedeki genel siyasi iklimi zehirlemeye ve mevcut uçurumları daha da derinleştirmeye çabalıyor. Bu partinin, Putin ve politikaları ile hiçbir sorununun olmaması konuyu daha da çetrefil hale getiriyor. Federal Meclis’te yaptığım bir konuşmada ise bu kin ve fanatizm koalisyonu içerisine Putin ve Trump’ın yanı sıra elbette Erdoğan’ı dahil ettim.

-Çerkes diasporası kültürel soykırım riski ile karşı karşıya. Bu konuda neler tavsiye edersiniz?

-Günümüzde Çerkesler dünyanın birçok ülkesine dağılmış oldukları ve dolayısıyla artık ortak bir dil üzerinden birbirleri ile bağlantılı kuramadıkları için kültürleri çoğu kez meşhur dansları ve efsanevi Çerkes düğünlerine indirgenmiş durumda. Sırf bu yüzden Çerkesleri unutulmanın pençesinden kurtararak, tarih ve kültürlerine ait her şeyiyle uluslararası düzeyde tanıtmak hepimize düşen zorlu bir görev.

Diasporada ise asıl vahim mesele, dil ve kültürün silinme ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması. Diaspora bunu engellemek adına, Çerkes dilini ve kültürünü teşvik etmek adına çeşitli faaliyetlerde bulunuyor. Bünyelerinde yer alan azınlıkların haklarını korumaya çalışan ve çoğulcu kültürlerin değerini bilen devletlerde bu başarı daha kolay elde ediliyor. Fanatik milliyetçilik ideolojisinin hâkim olduğu ve asimilasyon politikalarının yürütüldüğü yerlerde ise başarılı olunması oldukça zor.

-Alman yasalarına göre anadilinde eğitim almak isteyen bir Çerkes çocuğu olduğunda koşullar nedir? Bu yönde talepler var mı? Derneklerin/vakıfların bu konuda talebi/çalışması var mı?

-Dediğim gibi yasalarımızda, Türkiye’de karşılananın aksine farklı dillerin konuşulmasına yönelik herhangi bir yasak ve sınırlama söz konusu değil. Buradaki sorun daha çok uygulamadan kaynaklı. İlk akla gelen soru: Bir Çerkes sınıfı açılması için yeterli sayıda çocuk var mı? Öğretmenleri nereden bulacağız? Kitapları kim hazırlayacak? Maliyeti kim üstlenecek? Almanya’da sayıları çok daha yüksek olan Kürtler açısından bile kendi anadillerinin öğretilmesi meselesi, çoğu kez uygulamaya dair bu meselelere takılı kalıyor. Üstüne çoğu ailede bizde olduğu gibi birden fazla ‘anadilin’ konuşulması da ekleniyor. Hangi anadil öğretilecek? Tuhaftır lakin kendimizi her ne kadar eğitimli ve dünyaya açık saysak da eskiden köylerde birden fazla dilin aynı anda konuşuluyor olması ve bunun da gayet normal olduğu birçoğumuz tarafından pek de hatırlanmaz. Babam anadili Çerkesçenin yanı sıra doğal olarak resmi dil olan Türkçeyi de konuşurdu ama Kürtçesi de fena sayılmazdı. Çokdilliliğin sorun olması bir yana, tam aksine insanı ve bizleri zenginleştiren bir unsur olduğu hep hatırlanmalı.

-Anadili Almanca dışındaki çocukların Almancayı öğrenmede zorluk yaşadıkları ileri sürülerek öğrenme güçlüğü çeken öğrenciler grubuna alınmaya kadar varan ayrımcılıklar yaşadıklarını duyuyoruz. Bu iddialar doğruysa bu konu Yeşiller Partisi’nin gündeminde mi?

-Ardını sorgulamadan ve doğruluğunu tartmadan Putin-Erdoğan propagandasına kapılmak kanımca doğru değil. Bazen eğlence olsun diye bazen ise meraktan Russia Today ya da TRT izlediğimde Almanya ve Avrupa’nın anlatılış şekline ben bile şaşırıyorum.

Almanya’da eğitim politikası federal devletin değil, 16 farklı eyaletin her birinin kendi yetki alanında ve doğal olarak her birinin farklı eğitim sistemi var. Geleneksel modele göre çocuklar dördüncü yahut altıncı sınıftan sonra, başarılarına göre farklı diplomalar veren okullara ayrılır. Bu model –başta benim partim olmak üzere– birçok uzman tarafından çocukları pek çok defa içinde yetiştikleri sosyal kesime göre elediği için eleştirilir. Ya bilgi eksikliğinden ya da dil bilgileri yetersiz olduğu için çocuklarının ev ödevlerine yardımcı olamayan ailelerin çocukları bu modelde dezavantajlı konumda kalıyorlar. Anne ve babaların yükseköğrenim görmüş olduğu ailelerin çocukları ise, ister Alman olsun ister olmasınlar, kendilerine daha sonra üniversiteye gitme yolunu açacak olan lise eğitimine daha kolay girebiliyorlar. Diğer partilerle birlikte koalisyon hükümeti içinde olduğumuz eyaletlerde, okulların anne ve babalarının gelirinden, çocukların geldikleri sosyal kesimden ya da kökenlerinden bağımsız olarak çocukların tamamını kapsayacak şekilde geliştirilmesine çaba gösteriyoruz. Ama bu maalesef henüz yeni başladığımız, uzun ve taşlı bir yol.

“Anadillerin kaybolmamasını sağlamak siyasetin görevi”

-Yeşiller Partisi’nin diaspora sorunlarına çözüm ve önerileri neler?

-Partim, kültürel çeşitliliği etkin bir şekilde teşvik eden ve bunun bir zenginlik olduğunu kabul eden bir partidir. Mümkün olduğu kadar herkesin bilmesi gereken ve öğrenmek zorunda olduğu resmi dil olan Almancanın yanında, diğer dillerin de öğrenilmesi ve konuşulması ülkemize sadece zenginlik katar. Ülkemize gerek doğal yollarla göç eden gerekse çeşitli nedenlerle sığınmak zorunda kalan vatandaşlarımızın, kendi anadillerinin kaybolmamasını sağlamak mevcut siyasetin hem görevi hem de ödevi. Burada çok daha fazla çaba gösterilebilir ve gösterilmek de zorundadır. Hoşgörünün sınırı anayasada açık bir biçimde tanımlanmıştır.

Kadının ezilmesine, eğitimde şiddete ve diğer dinlere, mezheplere ya da inanmayanlara yahut cinsel azınlıklara karşı dini hoşgörüsüzlüğe hiçbir koşulda ve kimden gelirse gelsin müsaade etmemiz mümkün değil.

Akanda Taştekin