Selahattin Bilici
Suruç'da can veren iki yoldaşımızın, Ferdane ve Nartan Kılıç'ın ardından içimiz yandı. Ölenlerin hepsi birbirinden güzel ve değerli insanlardı ama iki tanesinin yeri bizim için bambaşkaydı. Bir kere aynı köklerden geliyorduk. Aynı değerlere sahiptik. Barışa, kardeşliğe, güzel bir gelecek hayaline sahiptik. Tüm bunları birer Çerkes olarak paylaşabilmenin anlamı her şeyden önemliydi. Çerkesler kimlik mücadelelerini, emek ve diğer ezilen halkların mücadeleleri ile birleştirme yolunda kararlı adımlar atıyordu. Sesleri daha gür çıkıyordu. Kamuoyunda bir şekilde biz de varız, buradayız diyebilmenin yollarını yaratıyorlardı. Sonra bu mücadelenin en önemli isimlerinden iki tanesi, bir anne ve oğlu şehit düştü. Ne yaparsınız? Bırakıp bütün ayrı gayrıları, yalnızca Çerkes olma bilinci ile ölülerinize sahip çıkarsınız. Farklı siyasal düşünceler ve ya inançlara sahip olan sizlerden beklenen tek şey ise sırf Çerkes olmaktan kaynaklı bir duruş sergileyerek saygı göstermenizdir. Onları adlarına yaraşır bir şekilde uğurlamak, anılarını yaşatmak için ellerinden geleni esirgemeyecek yol arkadaşları zaten var. Ama bunu bile yapamıyorsunuz. Ölülerimizin ardından dil uzatacak, saygısızca laflar edecek kadar alçalıyorsunuz. Üstelik bunu Çerkeslik adına yaptığınızı söylüyorsunuz. Yıllardır sizi asimile eden egemen güçlerin yanında yer almaktan utanmıyorsunuz. Onların ağzı ile konuşup, onların gözleri ile bakıyorsunuz. Tek derdiniz kendi çıkarlarınızdan başka bir şey değil. Gölgesine sığındığınız güçler rahatsız olmasın, sizi de onlardan bilmesin kaygısı ile aslınızı inkar ediyorsunuz. Doğru ya, o zaman çizmiş olduğunuz akıllı, uslu, söz dinleyen Çerkes imajınız yerle bir olur. Alimallah bu ülke de hak arayanlara reva görülen isimle anılmaya başlarsınız. Ama korkmanıza gerek yok. Siz zaten Çerkes değilsiniz. Çerkezsiniz. İçiniz rahat etsin.
Aynı kökten gelmemize, aynı yerden sürülüp aynı yeri yurt edinmemize rağmen bir kısmımız Çerkez, bir kısmımız ise Çerkes. Bir tek harfin aramızda böylesine farklılıklar yaratması gerçekten de nahoş bir durum. Ne var yani diyecekseniz, ha Çerkez olmuş ha Çerkes. Değişen ne? Neyin değiştiğini anlayabilmek için kafalara kazınmış kodlamaların şöyle bir masaya yatırılması gerekiyor. Bakalım Çerkez olmakla Çerkes olmak aynı şeyler mi? Söz gelimi benzer durumlarda benzer tepkiler verebilme refleksine sahip miyiz?
Çerkezler her ne kadar milliyetçi olduklarını iddia etseler de milliyetçilikleri daha çok Türklük kavramı üzerinden şekillenir. Bu aslında ikili bir işlevselliği içinde barındırır. Bir yanda, sonradan gelinen bu topraklarda ki egemen ulusa duyulan borçlu olma hissi söz konusuyken, öte yanda egemen ulus tarafından tehlikeli olarak kabul edilen diğer etnik kimlikler kategorisine dahil edilme tedirginliği yatar. Bu borçluluk ve tedirginlik, Türklüğün bir üst kimlik olarak kabul görmesine, ulusal bilincin ise folklorik alanın dışına çıkamamasına neden olur. Bazı Çerkezlerin, kendilerini tamamen inkar ederek, Türk olduklarını, bu ırktan geldiklerini iddia etmeleri ise, vakanın kronikleşmiş bir hal almasından ibarettir. Esasında Çerkezler ne kadar milliyetçi olduklarını göstermeye çalışırken ortaya ilginç bir paradoks çıkar. Milliyetçilik, mensubu olduğun ulusal kimliğin korunması ve yüceltilmesi temelinde tezahür eden bir düşünce biçimi iken, sen başka bir ulus üzerinden bunu gerçekleştirmeye çalışarak, varlığını inkar edersin. Yani özünde söylenenin ve yapılanın birbiri ile hiç alakası yoktur.
Çerkesler ise kendilerini var etmeye çalışırken ayrı bir etnik kimlik olduklarını açık bir şekilde ortaya koyarlar. Varlıklarını egemen ulusun güvenilir sularında dile getirmek gibi bir gayeleri yoktur. Aksine bundan ellerinden geldiğince sakınırlar. Milliyetçiliğin farklı kimliklerin eritilip yok edilmesi anlamına geldiğini tecrübeleri ile bilirler. Asla bir milletin yüceltilmesi ve bunun doğal sonucu olarak diğer ulusların aşağılanması temelinde bir argümana sahip değildirler. Kendi etnik ve kültürel yapılarını koruma ve devamlılığını sağlama çabaları, milliyetçilikten arındırılmış, halkların kardeşliği temelinde nükseden bir yaklaşımın ifadesidir. Yaşadıkları topraklarda maruz kaldıkları asimilasyon politikalarının sorumlusu ve uygulayıcısı konumundaki tek dilci, tek milletçi siyasal yapıların içinde değil cepheden karşısında olmak gerektiğinin bilincindedirler. Mücadelelerini sadece kısıtlı bir alana denk düşen kimlik siyaseti üzerinden yürütmek yerine, ülkedeki emek ve demokrasi mücadelesini de kapsayan geniş bir perspektif üzerinden sürdürmeleri gerektiğine inanırlar. Bu anlamda emek ve demokrasi güçleri ile birlikte yan yana durmayı, olmazsa olmazlar arasında kabul ederler.
Çerkezlerde tarih bilinci gelişmemiştir. Söylemleri resmi tarih ile bire bir örtüşür. Egemen ideolojinin tezlerine körü körüne bağlanmışlardır. Sürgün ve soykırım hakkında fikirleri gerçeğin çarpıtılmış bir halini andırır. Onlara göre, gavur Moskof ile İslamiyet adına giriştikleri savaşta yenildikleri için vatanlarını terk edip, kendilerine kucak açan Osmanlıya sığınmak zorunda kalmışlardır. Din kardeşlerini sonsuz bir alicenaplıkla karşılayan Halife Efendileri, büyük bir felaketten kurtulmalarına vesile olmuştur. Ordu da, yönetim kademelerinde en üst düzeylere gelmişler, devletin yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Keza Cumhuriyet döneminde de hiçbir ayrıma tabi tutulmamışlar, eşit yurttaşlık haklarından özgürce istifade etmişlerdir. Dillerini, kültürlerini rahatça yaşamışlardır. Çerkezlerde her zaman iyi bir tebaa olmayı hiç ihmal etmemişlerdir. Gül gibi geçinip gitmişlerdir.
Çerkeslerin tarih bilinci ise resmi ideolojinin giydirmek istediği kalıbın içine sığmaz. Unutturulup, yeniden yazılmak istenen tarihlerine sahip çıkarlar. Vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmalarının altında yatan gerçeğin, emperyalistlerin çıkar çatışmaları olduğunu bilirler. Savaşları din adına değil, özgür bir vatan uğruna olmuştur. Rus, İngiliz, Osmanlı üçgeninde vücut bulan emperyal politikaların diyetini ödemek zorunda kalmışlardır. Sürgün sırasında ne kadar acı çektilerse, Osmanlı topraklarına ulaştıklarında da bir o kadar acı çekmişlerdir. Hiç de öyle iddia edildiği gibi sınırsız bir hoşgörüyle karşılanmamışlardır. Bir savaşın yıkımından gelip daha nefes dahi alamadan yeniden cephelere sürülmüşlerdir. Ana vatanlarında özgürlük için savaşırlarken, sürüldükleri topraklarda, Osmanlı'nın çıkarları için savaştırılmışlardır. Balkanlarda, Suriye'de, Ege'de, Anadolu'da kanları oluk oluk akarken bırakın şikayeti, bir ah bile çekmemişlerdir. Doğrudur, orduda üst kademelerde yer almışlardır. Ancak bunu sebebi, başkalarından emir almaya müsait olmayan asi, dağlı karakterleridir. Sürülecek koyun olsalar, başlarına başka komutanlar verilirdi. Cumhuriyet ile birlikte de kaderleri değişmemiştir. Okulları kapatılmış, adları değiştirilmiş, dilleri yasaklanmış, yeniden sürülmüşlerdir. Hiçbir zaman eşit yurttaşlık mertebesine erişememişlerdir. Çerkesler tarihlerini nasıl yaşandıysa öyle bilirler. Ve yaşadıklarından kaynaklı olarak hiçbir halkı sorumlu tutmazlar. Bir sorumlu varsa eğer bu halklar değil, halkları birbirine düşman eden, kırdıran sömürgeci güçlerdir derler.
Çerkezler, yaşadıkları yerlerdeki egemen unsurlar tarafından pek bir sevilirler. Aslandırlar, kaplandırlar, diğerleri gibi hainlik etmemişlerdir. Onlar öyle asil bir millettirler ki, asla ve kat-a ekmek yedikleri kaba tükürmezler. Sırtları sıvazlanır, övgülere mazhar olurlar. Kendilerine lütfedilen bu sıfatlara layık olmak için canla başla didinip uğraşırlar. Egemenin hain dediğini hain bilir, dost dediğini bağrına basarlar. Tıpkı, elmalı şekerle kandırılan çocuklara benzerler. Ver eline şekeri oyalansın dursun. Bunu ne kimseye yaranmak, ne de aferin almak adına değil, doğru bildikleri için yaparlar.
Çerkeslerin ise aynı derecede sevildiğini söylemek mümkün değil değildir. Ayrı bir kimlik olarak buradayız dediklerinde, etnik ve kültürel taleplerini dile getirdiklerinde bütün o aslan, kaplan övgüleri sövgüye dönüşür. Nankörüzdür, bir biz eksik kalmışızdır. Rusların elinden canımızı kurtaran bu ülkeye ihanet ediyoruzdur. Beğenmiyorsak çekip gitmemiz söylenir. Ya seveceğizdir ya terk edecek. Bu ırkçı slogan, esas sahibinin olmaktan çıkar, genelin diline pelesenk olur. Çerkesler, Çerkezlerin adını kötüye çıkarır. Ama aslında bunun pek bir önemi de yok denir üstüne. Ne de olsa üç beş kişidirler, genele atfetmek olmaz. Çerkesler, bütün bu sırt sıvazlamaların altında yatan gerçeğin, asimilasyona sessiz kalış olduğunu bilirler. Haklı olmanın onurunu, değersiz övgülere tercih ederler.
Çerkezler devletçi bir yapıya sahiptirler. Bu yapıları devleti bir kutsal olarak sorgusuz sualsiz kabul etmelerine neden olur. Devlet babadır, atadır, uludur. Gerekli olanı gerektiği zaman vermeyi bilir. İstemek olmaz. Devletin çıkarları ile Çerkezlerin çıkarları bir ve aynıdır. Yersiz istemler ile gerginlik yaratmak fayda sağlamaz. Hem zaten Çerkezler hallerinden memnundurlar. Dillerini, kültürlerini bir baskı hissetmeden gayet rahat yaşamaktadırlar. Bakış açısındaki bu kabulleniş beraberinde uysal ve sorun çıkarmayan bir topluluk algısının kalıcılaştırır. Egemenler tarafından sıklıkla örnek olarak gösterilmelerine yol açar. Elbette söz konusu tutum sadece kendilerini ilgilendiren meselelere uzak kalmalarına neden olmaz. Aynı zamanda farklı kesimlerin yürüttüğü hak mücadelelerine de mesafeli ve ön yargılı bir tarz geliştirmelerinde rol oynar. Yalnız kalırlar, sesleri duyulmaz.
Çerkeslerin devlete yönelik refleksleri daha rasyonalist olarak düşünülebilir. Devlet her dediği sorgusuz sualsiz kabul gören soyut bir kavram değildir. Aksine onu idare eden kurum ve kişilerin varlığında somutlaşır. Kişiler ve kurumlar yanlış yapabilirler. Bu yanlışlara karşı mücadele etmek hainlik değil, gurur duyulması gereken bir tavrın karşılığıdır. Zira Çerkeslerin tarihlerinde ve kültürlerinde yanlışa yanlış demek erdem değil sıradan bir davranıştır. Çerkesler devletin kendilerini yok sayan uygulamalarına karşı çıkar, demokratik hak ve taleplerini dillendirirler. Ortada açık bir gerçek vardır. Dilimizi, kültürümüzü sadece evimizde yaşayarak devam ettirebilmemiz olanaklı değildir. Devlet bununla ilgili koruyucu ve geliştirici tedbirleri almakla yükümlüdür. Çerkeslerin öne sürdüğü istemler ne ihanet ne de şımarıklık olarak nitelendirilebilir. Eğer illaki bir değerlendirme yapılması gerekiyorsa, eşit yurttaşlık temelinde olmalıdır. Çerkesler haklı mücadelelerini sürdürürken, benzer çevrelerin mücadelelerine saygı duyar. Ortak ve birleşik bir hattın örülmesinin gerekliliğine inanırlar.
Çerkezlerin, tarihlerine olan yabancılaşmaları, sürgün ve sonrasında yaşananların giderek silikleşip, mit haline dönüşmesine yol açmıştır. Elbette acının çetelesi tutulmaz. Çekilen acıların körüklenip, kin ve nefret ateşinin canlı tutulması için çaba harcanmaz. Ama acının hatırlanması sadece bunlar için gerekli değildir. Benzer felaketleri yaşayan başka halkları anlamaya da yarar. Maalesef Çerkezler bu yeteneklerini yitirmişlerdir. Bir zamanlar, ezenin karşısında bir duvar gibi dikilen halkın çocukları, bu gün ezilenin sesine kulak tıkamışlardır. Yaşadıkları coğrafyada ki mazlum halkların yanında yer alamamışlardır. Kendileri için yeniden yazılan tarihe inanmayı tercih etmişlerdir. Yaşamı birlikte paylaştığımız topraklar üzerinde, halklara karşı uygulanan baskı, asimilasyon, sindirme ve sürgün politikalarının yarattığı yıkımı ıskalamaları, geçmişlerine olan yabancılaşmalarından gelir. Empati kurma becerileri yok olmuştur. Çerkezler halkların yaşadıklarına egemenlerin gözünden bakar hale gelmişlerdir.
Çerkesler ise ne sürgün öncesini, ne sürgünü ne de sürgün sonrasında yaşadıklarını unutmuşlardır. Dertleri acı yarıştırmak, ah çekip, diz dövmek değildir. Orta yerde duran bir gerçeğe sahip çıkmaktır. Bu gerçek, acının arkasında yatan politikaların daha anlaşılır kılınmasını sağlar. Olayları verildiği şekilde değil, olduğu şekilde anlamalarına yardımcı olur. Egemenlerin zehirli bir propaganda eşliğinde, halklara karşı yürüttükleri savaşta, zalimin yanında değil, cepheden karşılarında bir duruş sergilerler. Ezilen, mazlum halkların mücadelelerini kendi mücadeleleri olarak görülürler. Onların çektikleri ıstırabı gayet iyi tanırlar. Bir zamanlar aynı acıları bütün dünyanın gözleri önünde çekerken, yanında yakınında kimsenin olmamasının ne demek olduğunu bilirler. Bu bilme hali, bir farkındalık yaratır. Başkalarının çektiklerine duyarsız kalmama farkındalığı. Empati kurabilme yeteneği. İşte bu yüzden Çerkesler için Abhazya'da, Osetya'da, Çeçenistan'da zulme karşı verilen onur mücadelesi neyi temsil ediyorsa; diğer halkların mücadelesi de aynı şeyi temsil ediyordur. Bu halkların adının Kürt, Türk, Laz, Ermeni, Rum olması hiçbir şeyi değiştirmez.
Çerkezlerde dini hassasiyetler oldukça gelişmiştir. Din faktörü ulusal kimliğin tanımlanmasında başat hale gelmiş, hatta onun önüne geçmiştir. Çerkezler, İslamiyet'in kendilerini kapsayan birleştirici bir şemsiye olduğu yanılgısına sahiptirler. İslamiyet'in Çerkezler üzerinde bu kadar etkin bir rol oynaması, tarihsel sürecin ve bugünün değerlendirilmesinde hatalı düşüncelerin oluşmasına yol açmıştır. Örneğin, Çerkezlere göre ana vatandan sürülmelerinin sebebi Müslüman olmalarıdır. Hristiyan Rusların, dinlerini yaşamalarına izin vermemeleri nedeniyle savaşmışlar ve sonunda dinlerini özgürce yaşamak adına göç etmişlerdir. Geldikleri yerde bu imkan onlara sunulmuş, böylelikle bir anlamda kimliklerini değil, dinlerini kurtarmışlardır. Çerkezlerin dünya görüşlerinin dinsel motiflerle bezeli olması, beraberinde olaylara bakış açılarının da bu yönde evrilmesine yol açmıştır. Gerici propagandadan oldukça kolay etkilenip, sağ partilerin oy deposu haline gelmişlerdir. Üstelik bu sağ partilerin hiç birisinin reelde, etnik kimliklerine yönelik herhangi bir açılımı söz konusu değildir. Bilakis bu kimliğin asimile edilmesi uygulamalarının yürütücüsüdürler. Yani Çerkezler, kendi elleri ile kendilerini öğüten yapıları desteklemekten imtina etmemişlerdir. Din kavramı üzerinden sürdürülmeye çalışılan var olma mücadelesi, var olmanın önünde bir engele dönüşmüştür. Kültürel yapının yozlaşmasına, asimilasyon sürecinin hızlanmasına katkıda bulunmuştur.
Çerkesler, bütün inançlara saygı göstermekle birlikte, dinin, etnik kimliği tanımlamada başat rol oynadığı fikrine sahip değildirler. Din elbette, toplumsal formasyonlar açısından reddedilemeyecek kadar önemli bir figürdür. Belli bir ölçüye kadar birleştirici rol oynayabilir. Ancak tarihin değerlendirilmesinde ve bugünün yorumlanmasında tek unsur haline sokulduğu zaman, gericileşmeye, kültürel yapının erozyona uğramasına yol açar. Sürgünde dinsel faktörlerin temel olduğu tezi tarihi bir kandırmacadır. Din adına savaşıldığı, din uğruna göç edildiği, nihayetinde gelinen yerde dinlerine sahip çıkıldığı zırvalıklarının bir geçerliliği yoktur. İslamiyet, Çerkesler açısından birleştirici bir şemsiye değildir. Anavatanda yaşayan pek çok Çerkes boyu Müslüman değildir. Çerkeslerin İslamiyet'le tanışmaları 18. Yüzyıla dayanır. Bu tarihten itibaren bir kısmı Müslüman olmuşlardır. İslamiyet'i yorumlama biçimleri de, kendine has bir özgünlük taşır. Şeriat kuralları yerine Xabze denen yerleşik geleneklerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Eski dinlerinin kalıntılarını yaşatmışlardır. Sürgün sonrasında dahi geldikleri Osmanlı topraklarında, eski inançlarını bir süre devam ettirmişlerdir. İslamiyet hiçbir zaman Çerkesler için belirleyici bir rol oynamamıştır, oynayamaz da. Dinsel hegemonyanın bir ulus üzerindeki baskısının artması, ulusal bilincin aşınmasına neden olur. Çerkesler, dünün ve bugünün değerlendirilmesinde, aklın ve bilimin gereğine inanırlar. Dinsel motiflerle bezeli gerici yapıların, asimilasyoncu olduğunu açıkça ifade ederler. İsteyen istediği dini istediği gibi yaşayabilir ancak, bunu bütün bir topluluğa dayatamaz. Kimliğin ön koşulu haline getiremez. Dinin gerici bir propaganda aracı haline getirilerek, rantiye kapısı olması, sadece bu aracı kullananlara fayda sağlar. Başka hiç kimseye değil. Çerkesler için din, asla maddi hayatın karşılığı değildir.
Televizyon kanallarında, burjuva basınında sanki söz birliği etmişcesine Çerkezler denir. Yemeklerinin güzelliğinden dem vurulur, kültürlerine nasıl bağlı oldukları anlatılır, sadıktırlar, mütevazidirler, diğerleri gibi değildirler v.s. Sonra yine internette karşınıza çıkan bil cümle sayfa Çerkezlerden dem vurur. Çerkez olmanın ön koşulunu belirlemişlerdir. Mevcut resmi ideolojinin onlara biçtiği misyona kayıtsız şartsız itaat etmek. Eğer bu misyonun dışına çıkarsınız vah halinize. Ne ne asilliğiniz kalır, ne onurunuz, ne de o çok sevimli haliniz. Hain derler, bir siz eksiktiniz derler, keşke gelmenize izin vermeseydik de Ruslar kökünüzü kurutsaydı derler. Aslında oluşmuş olan bu algı çarpıklığı, yıllardır tek millet ve tek dil anlayışı ile şekillenmiş faşist zihniyetin toplumsal dışavurumudur. Çerkezler yılardır bu topraklarda yaşayıp, hiç bir talepte bulunmamışlardır. Kuzu kuzu biat edip karşılığında aslan olmuşlardır. Ama Çerkez olmaktan çıkıp da Çerkes olduklarını ifade ettiklerinde reva görülen muamele, bahsedildiği şekilde olmuştur.
Çerkezler ve Çerkesler. Aynı kökten gelen bir ağacın dallarından bir farkı yok. Ancak o dallardan bir tanesi, kuruyup yok olmak anlamına geliyor. Yeni sürgün veren filiz ise, bugün için güçsüz ve cılız olsa da, gelecek adına umut veriyor. Evet gelecek, o filizin üzerinden şekillenecek. Çerkez olmanın anlamı açık. Bundan yüz yıl önce Türkçe bilmeyen bir halkın evlatlarının, bugün kendi dilini bilmiyor olması kadar açık. Uzunca bir süredir devam eden Çerkez halinden, Çerkesliğe geçilmesi lazım. Çerkez olmak, bir anlamda asimile olmayı kabul etmenin ilanı. Bu ilana karşı duruş sergilemenin yolu ise Çerkes olabilmekten başka bir şey değil.